BİR DAVA'NIN PEŞİNDE: DİRENME, ARAYIŞ, KABULLENME

   
  
    Franz Kafka dediğimizde,  aklımıza ilk gelen eserleri, Dava (Yargı),Şato,Dönüşüm
  Milena’ya Mektuplar ve Babaya Mektup  eserleridir. Milena'ya Mektuplar ve Dönüşüm eseri oldukça popüler şu günlerde. Milena’ya Mektuplar, mektuplarla örülmüş bir aşk hikâyesidir. Kafka’nın Milena’ya 1920'de yağmurlu bir günden söz ederek başlattı­ğı bu yazışmalar, yazarın ölümünden kısa bir süre öncesine kadar süregiderken ümitsizliğin, çaresizli­ğin ve tıkanışın anlatımına dönüşür. Kafka'nın o  psikolojik bunalımlarını anlatan üslubu ve sistem eleştirisi burada da vardır.   Konunun aşk olması, yazarın her zaman anlatmaya çalıştıklarının önüne geçmemiş, aksine  aşk duygusunu ve yaşadığı tüm bunalımları  bir edebi türde toplamıştır.     Dönüşüm romanında bizlere antalığı şeyler yine aynı temalarda, farklı bir anlatımın ve olay örgüsünün döngüsüdür: ümitsizliğin, çaresizli­ğin ve tıkanışın  döngüsü.  İnsanın trajik yalnızlığı. Ama benim sizlere anlatacağım eseri Dava'dır.  Bu esere yönelik kısa bir çözümleme yaptım.  
      Kafka'nın, eserlerinin çoğunda  ( hemen hemen hepsinde) bir “otorite” olgusuna rastlar ve bunu kahramanlarının odak noktası haline getirdiğini görürüz.  Bunu açık seçik belli etmeyebilir. Kurumlar ve kişiler üzerinden görülür.  Söz konusu olan otorite Dava’da bir mahkeme, Şato ‘da bir saray, Dönüşüm’de bir baba...  Ototrite/güç  olgularını temsil eden  kavramların , kişilerin ve kurumların 
hepsi psikolojik bunalımları, çıkmazları, ümitsizlikleri, tıkanmışlıkları da içine alan   "baba” figürüne çıkar. Bir yazarın, babasının yaşamındaki yeri ve eserlerine yansıması bu biçimde gerçekleşir: Kendisine yabancılaşan  ve bir otoritenin/gücün etkisindeki birey.  Her eserde bir arayış içindedir. Aynı sorgulamalar, arayışlar ve yabancılaşmaları biz  Dava eserinde de görüyoruz. 

 BELKİ DE HEPİMİZ  BİR DAVANIN KURBANIYIZ...
         
“Belki de içimizden hiç kimse katı yürekli değil. Belki hepimizin içinde insanlara yardım etme isteği var, ama mahkeme memuru olduğumuz için, çoğunlukla kimseye yardım etmek istemeyen kötü insanlar izlenimini bırakıyoruz. Bu durum beni gerçekten üzüyor. S.105”

    Olaylar Bay K.’nin evine gelen mahkeme memurlarının verdiği büyük bir sıkıntı,  korku ve   psikolojik daralma" ile gelişir. Bu atmosferde de devam eder.  K.’nin dava sürecinin başlaması ve ardından gelişen  olaylar,  bölümler halinde anlatılmaktadır. Olaylar gelişitikçe,  okur davanın ‘türünü’ ve
 ‘nedenselliğini’ daha iyi kavrayıp anlayacaktır.  
 
  Ben bu eserde 3 ana izleği ele aldım. Bunlar :  adalet, uzam, otorite. Bu izlekler  etrafında    olayların nasıl geliştiğini ve ne anlatıldığına bakalım. 


1. ADALET: Dönemin/yaşanılan çağın, ‘adalet’ anlayışı memurluk kurumlarında yozlaşan ast-üst hiyerarşisinin genel durumunu gösterir.   Memurların birbirlerine olan saygısızlığı, görevlerini baştan savmaları ve küçük düşürerek önemsizleştirdikleri adalet kavramıdır/olgusudur.  Sistem olarak işlemesi gereken adaletin hiçbir işe yaramaması, dalga konusu olması, hiyerarşi olsa bile bir işe yaramaması... İsim olarak var olan ama içi bomboş olan bir olgu/kavramdır adalet.  


2. MEKÂN (UZAM): Olaylar boyunca K.’nin ruh hali  ve kahramanların ruh hali, evi ve çalıştığı banka dışındaki mekânlarda sürekli değişmektedir. K.’nin başına gelen dava olayı da  onu sürekli farklı mekânlara savurmaktadır. Buralarda bir çözüm, çıkış arayışı içindedir. Başına gelen talihsiz bu olaydan kurtulma arayışı vardır. Farklı mekânlar da dava bürosu, mahkeme, ressamın evi, arşiv deposu. Bunlar, olayların gelişimi için olması gereken olağan ya da sıradışı mekânlar olarak gözükse de okurda, baskıcı ve bunalım psikolojsi  yaratarak  duygusal sarsıntı ve ağırlaşmalara neden olmaktadır. 
   Mekân ve yapılan iş bireyin ruhsal durumu ve karakteri üzeride aşınma, yozlaşma, bağnazlaşmaya yol açar. Ayrıca  mekânlar birer ‘rüya hali’ izlenimi bırakmaktadır.

3. OTORİTE (Güç/Hakim Olan): Sembolik olan davanın asıl amacı, 20.yy’da yaşayan ‘bireyin’ korkularını ve ‘özgürlük’ olgusunu ve toplum baskısını ele alır. Yazgıcılık ve kadercilik karşısında birey, bir süre mücadele etse de (K.’nin kendi davasında mücadelesi ve diğer sanıkların mücadelesi) bir süre sonra ‘kadere’ boyun eğer. Ne yaparsa yapsın dava sonuçlanmaz. Ya sürüncemede kalır ya da sanığın işi bitirilir. Ama sonuçlanan bir dava yoktur. Ama sanıklar dava başladıktan sonra kendi yaşamlarını sorgulamaya başlarlar:
 Neden dava edildim? Günahım nedir? İftiraya mı uğradım? Yapmam gerekenler nelerdi hayatımda? Hiçbir zaman ulaşamadım bu mahkeme yargıçlarına (asıl otoriteye / kontrol edene ulaşma çabası) kendimden nasıl haber edebilirim? Toplumdaki insanlar beni kınar mı?...
Direnmeyi bırakan K. Daha sonra yazgısını kabul eder.

          Ve dava sonlanır. Peki lehine mi aleyhine mi? Bunu okuduğunuzda göreceksiniz. Okuma boyunca benim dikkatimi çeken ve başlık olarak bulduğum kavramlar ve argümanlar bunlardı. Okuyucunun yorum genişliğine inanan bir okur olarak sizlerin da pek çok yorum çıkartacağını düşünüyorum.

 Keyifli okumalar dilerim:) 


     

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Varoluşa Yolculuk